9 Kasım 2009 Pazartesi
Facebooktan öneriler
Suya sabuna dokunmayan, mütevazi ve naif suggestionlarda bulunduğun günleri özlüyorum..
Bir kime mesaj atmam gerektiğine karışmadığın kalmıştı, o da oldu.
Sanırım ilişkimize biraz ara versek iyi olacak.
İmza:
Bir dost
19 Ekim 2009 Pazartesi
Amores Perros ruhun gıdasıdır!
Kulağımda müzik, o hışımla sokakta yürürken, dinlediğim bir şarkı imdadıma yetişti neyse ki.. Amores Perros filminin soundtrack'i olan bir şarkı var. Control Machete'nin Ely Guerra ile beraber yaptığı bir düet. Latin rap demek yanlış olmaz sanırım tarzları için. (Şarkıyı dinlemek isteyen parmak kaldırsın!)
Sözleri baştan sona anlamasam da; solistin şarkıyı içten söyleyişi mi, yoksa Amores Perros filmini çok severek izlediğim için mi yada o anki ruh halimden dolayı mıdır bilmiyorum ama öyle iyi geldi ki..
Bir anda kalabalığın içinde hem hırçın ama bir o kadar da umursamaz bir şekilde yoluma devam etmeme sebep oldu. Özellikle erkek vokalin girdiği kısımlarda "kahpe felek" isyanı vardı içimde, son dönemde yaşadığım sıkıntılı şeyler o esnada aklımdan geçerken. Ama aynı zamanda kadın vokal kendini belli ettikçe de "tüm bunların bir anlamı olmalı, herşey çok güzel olacak" umudu yeşerdi inceden.
Sanırım, yarın gün yine bu şarkıyla başlayacak benim için.
18 Ekim 2009 Pazar
A quoi ça sert, l’amour
Tüm bir cumartesi gününü ve akşamını grip olmam yüzünden evde hapis kalarak bitirdim.
Pazar gününü ise hastanede nöbet tutarak geçirmek zorundayım. Dolayısıyla hem huysuz hem de hastayım off!
Ne hoş bir haftasonu değil mi!!!! Bunun bir anlamı olduğuna inanmak istiyorum...
Şuan kendime reçete niyetine videodaki gibi gökten piyano düşüşü ve o hep çok seveceğim cin ali ile karşılaşma yazıyorum. Beni ancak o iyileştirir sanırım.
Endikasyonları: gribal ve diğer bakteriyel tribal enfeksiyonlarda hem aneljezik hem de antipiretik etki gösterir.
Kontrendikasyonları: parasetamole karşı duyarlılık ve antiaşk hastalıkları olan kişilerde kontrendikedir.
Yan etkiler: Edith Piaf nadiren alerjik ve aşırı duyarlılık reaksiyonlarına ve makülopapüler döküntülere neden olabilir. Yine çok nadir olarak mide bulantısı görülebilir. Bu yan etkiler ilaç kesildiğinde ortadan kalkar.
Kullanım şekli ve dozu: yetişkinlerde yola çıkmadan az evvel ve hastaneden çıktıktan sonra alınmak üzere gerekli tablet dozajı günde 2 kere bir 500 mg'dır.
Seksi Şarkılar
Neyse, konuya dönecek olursa; kendisi yazısında; güne başlarken, duş alırken, yağmur yağarken vb. durumlarda dinlenecek şarkılar hakkında konuşulduğunu ve bu noktadan hareketle seksi şarkıların neler olabileceği üzerine düşündüğünden bahsediyor. Hatta kendi web sitesinde de twitter'daki takipçilerden gelen önerilerle bir liste oluşturmuş ve tamamını bizlere sunmuş, ilgisini çekenler için buradan buyrun.
Eh bu yazı bu kadar ilgimi çektiğine göre, yine bir top 5 oluşturmak şart oldu.
5. Photek - Lost Blue Heaven
4. Depeche Mode - I Feel You
3. Yansımalar - Bab-ı Esrar
2. Massive Attack - Inertia Creeps
1. Depeche Mode - In your Room
(P.S : Olur da Mehmet Tez, tesadüfen bloguma denk geliverirse bu son cümle ona gitsin: "eğlenceli gözlemlerin, akılda tutulası albüm önerilerin kısacası keyifli yazıların için teşekkür" :) )
Hayalimdeki iş
" İçinizde ukde kalan mesleği yapmanızı sağlayan kardeşler; keşke başka meslek seçseydim diyenlerdenseniz Hayalimdeki İş'e başvurup bir süreliğine merakınızı tatmin edebilirsiniz. 62 seçeneğiniz var."
Başvurmak için http://www.hayalimdekiis.com/ adresine girmeniz yeterli. Kendilerinin buradan reklamını yapmayı boynumun borcu bildim, zira çok orjinal birşeyi başarmışlar. Kendi alanında başarılı olan kişilerle tanışıp o meslek hakkında 2-3 gün deneyim sahibi olabiliyorsunuz. Üstelik ücretleri de çok ucuz olmamakla beraber hiç de uçuk değil.
Hatta doğumgünü partilerinde, doğum günü sahibine; aile üyelerinin, arkadaşların birleşip alabileceği bir hediye de olabilir bence. Sevgili dostlarım, gelecek doğumgünümde harekete geçmenizi bekliyorum. Neredeyse 1 sene var, para biriktirsiniz bence ahahah (yüzsüzlük dizboyu:P)
Ayrıca listede, "Saat ustası" seçeneğini görebilmiş olmak da gözlerimi yaşarttı. : ))
Tabii kendi postumdaki meslekler sitedekilerle karşılaştırıldığında tabiri caizse "avam tabaka" işler. Sitedeki "zeytinyağı üreticiliği, sommelier,agro-eko turizm işletmeciliği" seçenekleri daha ziyade 55 yaşıma geldim, holding yöneticiliğini bırakıp bodrum'a yerleştim, köylüye sanatı sevdirmeye çalışırken pazar günlerimi de "hayatta kaçırılmaması gereken zevkler" benzeri yazıları okuyarak, St. Tropez'deki o butik otelde bi türlü "Chanssone Bordeaux" şarabını deneyemediğime hayıflanıyorum kitlesine hitap ediyor.
Öte yandan çok değişik ve eğlenceli mesleklere de yer ayırmışlar. Örneğin arkeoloji, sihirbazlık, seramik sanatçılığı, yunus eğitmenliği gibi seçeneklerle farklı kesimlerden çeşitli gruplara ulaşmak mümkün duruyor.
Bu seferde "küçük burjuvazi" sınıfına geçerek yine sizlerle top 5 listemi paylaşmak istiyorum :
5. Halkla İlişkiler Ajansı Sahibi: 1 günlüğüne Samantha Jones gibi gezinmek, hiç fena olmazdı.
14 Ekim 2009 Çarşamba
Hayat kurtaran alternatif meslekler
Yeni bir yazı yazma şevkimi taaa 1000km uzaklardan canlandıran, kafadara (!) teşekkürü borç bilirim :))
Bazen 1 günlüğüne denemeyi istediğim meslekler var. Özellikle de böyle hiçbirşey düşünmesem dediğimde veya herşeyden kaçasım, uzaklaşasım geldiğinde aklıma zaman zaman düşerler.
İşte bahsi geçen "iyi saatte olsunlar" bana misafirliğe geldiğinde, edindiğim mesleklerden top 5 listesi yaptım sizlere :)
5. Fabrikada tütün sarmak: Son dönemde sigaraya verdiğim paranın haddi ama hesabı olmayınca, tütün sarıp içmeye başladım. İlk başladığım günlerde bir paket sigara için 1 saat harcadıktan sonra, işi profesyonelleştirip elimi hızlandırmayı planladım. Bu iş sanırım tam bana göre, kulağıma da takarım müzikçaları, alpay'dan fabrika kızı eşliğinde herşeyden kaçar, uzaklaşırım :)
4. Antika Saat Tamiri Ustası: Dışardan bakıldığında gözün devasa görünmesine sebep olan tek mercek şeklindeki büyüteçlerden takıp, saatin pilini değiştirmek; işlemeli akrep ve yelkovanın tozunu almak istiyorum. Duvarda asılı duran büyüklü küçüklü antika saat tiktakları ile Alice harikalar diyarındaki bay tavşanın, dükkanımın müdavimi olduğu hayaline dalmak; guguklu saatlerin ding dong sesiyle ise klasik bir saat tamiri ustası gibi pala bıyığımın olduğunu gördüğüm kabustan uyanmak istiyorum :)
3. Çımacı: Kimi zaman Beşiktaş'tan gelen yolcular için vapurun halatını iskeleye bağlamak, kimi zaman da Eminönü'nden gelen sabırsız yurdum insanının uzun atlama sonucu denize düştüğü esnada, halatları gevşetip hayat kurtarmak istiyorum. İdo görevlilerinden ise makul boyutlarda eldiven üretmelerini rica ediyorum.
2. Fayton Şöförü: Sakin sessiz Büyükada sokaklarında, turistleri Aya Yorgi Manastırı'na çıkan yolun başına kadar götürüp, yol boyunca konuşmamalarını, arkalarına dönüp bakmamalarını ve bu sayede dileklerinin gerçek olacağı konusunda bilgilendirmeyi, türk müşterilerimi ise "hatırla sevgili" dizisi işte bu iki köşkte çekilmişti diyerek tavlamayı çok istiyorum.
1. Enginar Satıcısı: İşte favori mesleğim. Şöyle şehrin merkezine yakın ama sakin bir sokakta minik bir tabureye oturup, diğer yanıma da mavi bir leğen alıp enginar soymak istiyorum. Nasıl bir sanattır o tanrım! Sapını at, dış yaprakları temizle, sonra enginarı döndürerek yapraklı bölümü daha derinden kes (işte bu noktada değişik şekiller vermeyi, sevgililerin baş harflerini enginar kalbine kazımayı kampanya olarak sunmak istiyorum), kalan tüyleri kes temizle, içini limonla ov ve yine içine limon sıkılmış suda o yanıbaşımdaki mavi leğende beklet. İddia ediyorum insan transa geçer, o gün insanda ne dert kalır ne tasa.
0-12 kategorisine hala dahil olsam, önümüzdeki 5 yıl boyunca her 23 Nisan'da teker teker denerdim hepsini, ne de güzel olurdu. Yetişkinlere yönelik de bir bayram olsun bundan sonra, 21 ocak Gerçekleştirilmeyen Hayaller Bayramı olsun mesala (hiç bir özel gün için rezerve edilmedi sanırım ocak ayı, kabotaj bayramı dahil :P)
O halde önümüzdeki bayram görüşmek üzere sevgili blog okuyucuları, esen kalın:P
15 Ağustos 2009 Cumartesi
Rockband Turne Notları
- dedicated to Ozgur D. for his hosting :)
- Amsterdam, Paris, Londra, Berlin ve Stockholm'deki ayak izleri
- Artan hayran kitlesi
- Yıldızlı pekiyi
- Klip çekimi
- "Sahneye bir bira", "İ-yi akshamlarr İstanbull", "Çook saağğğ oluun" , "You're absolutely fantastic" replikleri
- Bolca "Woo-hoo" naraları
- Ses teli yorgunluğu
- Bel fıtığı
- Hayali bagetlerle havada bateri çalma yeteneğinde artış
- Gözler kapandığında boşlukta uçuşan kırmızı,sarı,mavi ve yeşil butonları seyrediş
- Detone haaayveeey star ve raaaan tuuu dıııı hiillllssss
- Kapıya dayanacak komşu riskiyle yüzleşme
Herşeye rağmen
Sonuç: 5 saatlik sınırsız eğlence
Günün mottosu : Allah Rockband'in ve X-box'ın yaratıcıların korusun, amin! :))
5 Ağustos 2009 Çarşamba
Seyrüsefer
İşte tam bu noktada, metrobüsle olan tanışıklığıma çok memnunum. Hatta öyle ki, metrobüs maceralarımı toplasam buradan köye yol olur sevgili blogcular :)
Evet metrobüs trafikten kurtarıyor ama 2 dakika arayla işlese bile, zibilyon kişi ile balık istifi seyahatten kurtarmıyor maalesef. Ama size metrobüste yer kapmanın ve oturulabilecek en konforlu yerin neresi olduğu hakkında ipucu verebilirim:D İşte 3 aydır yaptığım fizibilite çalışmalarımın sonucu aşağıdadır.
1. Mümkünse sabah 8'den geçe kalmayın
2. İmkanınız varsa ilk duraktan binin
3. En eski tip ve en modern olan versiyonlarına binmeyin
4. Otobüs önünde yığılma varsa, lise kantininde olduğunuzu zannedip de "ben araya bi karıştım mıydı dalar geçerim" gibi iddalı çıkışlar yapmayın, ezilirsiniz
5. Yığılma esnasında iki saniyelik bir gözlemle otobüs kapısının duracağı yeri belleyin ve usulca bekleyin
6. Nedense genellikle, ön kapılarda daha çok kişi oluyor, oradan uzak durun.
7. Orta kapıya ise hiç yanaşmayın, sağa mı dönsem sola mı dönsem derken, bir bakmışınız ki ayaktasınız
8. En arka kapının önüne denk getirin
9. Yine nedendir bilinmez, arka kapıdan binen çoğu insan arka 8'li koltuğa geçmek yere 2'li koltuklara hücum ediyor, o yüzden dümdüz karşıya yönelin, basamaklardan çıkın
10. veeee işte mutlu son... Basamaklardan çıktıktan sonra en sağda kalan koltuk sizi bekliyor.
Bakın bana hak vereceksiniz. Mutlu son diyorum çünkü; O koltuğun hemen yanında isterseniz elinizdeki çantalarınızı koyacağınız bir boşluk var. Sonracığıma basamaktan ve hemen önünde yer alan demir borudan dolayı, insanların nefes alınamayacak boyutta dibinize kadar girme şansı yok. Ayrıca kolunuzun destek alabileceği bir yer olduğu için uyumaya çok müsait. Son olarak tam tepenizden olmayan ama çok yakın bir noktada klima var ki, hem serin serin gideyim hem de çarpılıp hasta olmayayım diye düşünenler için yaz mevsiminde ideal :)
Bu detaylı anlatımımdan sonra, manyak olduğumu düşünüp, yazdıklarımı okumamaya karar verenlere saygı duyar; işe yararlılığını görüp teşekkürü borç bilene sevgilerimi sunar; aynı anda seyahat ettiğimizde yerimi kapanı ise döverim:P:P
Aaah ama asıl metrobüslerin bir de adsız kahramanları var ki, işte onlara sonsuz teşekkür etmek istiyorum. Onlar ki; siz ayakta kaldığınızda ve kendileri az sonra inecekken, yerini size vermeyi kafayı koyup nazikçe işaret eden ve tam kalktıkları sırada, o koltuğa göz koymuş 3-5 kişiyi elimine ederek "buyrun geçin böyle" diyerek sizi yönlendirenlerdir. İyi ki varsınız!! : ))
P.S: Yaşasın yazı yazmanın dayanılmaz hafifliği..
to be continued..
Severek takip ettiğim yazarlardan da mesajlar gelmiş, neredeyim diye..
Ölmedim,yaşıyorum halen.
Uzman olmama az kaldı, tezimi bitirmeye çalışıyorum. Hastanede çalışmaya başladım bir de bu tez meşgalesi içerisinde. O yüzden henüz ölmemiş olsam da sürünmekteyim : )) Eh elim birşeyler yazmaya gidip de bu tez dışında birşey olunca, vicdanım yakamı bırakmadı, buraları bıraktım istemeyerek :(
15 Eylül'den sonra yine yeniden buradayım
Beni özleyin anacııım baaay :P
8 Nisan 2009 Çarşamba
Ne güzel komşumuzdun sen "Meliha Abla"
5 Nisan 2009 Pazar
Lüleburgaz'ın "L" si
Endoplazmik retikulum aşkı
Böyle kıvrım kıvrım döner takılır hücrenin içinde. En ezeli rakibi ise mitokondridir kanımca.
O zaman kamuoyuna sorarım:
Gönüllerin sultanı kimdir?
vs.
Sobelendim, mimlendim Vol.2
Ben erkek olsam mutlaka,
1. Uzun eşşek oynardım
2. Gywneth Paltrow veya Juliette Binoche' u dönüşümlü olarak wallpaperım yapardım.
3. Fenerbahçe'nin kombine kartını alır, her maçta deli gibi tezahürat ederdim.
4. "Göster amcanlara pipini" denildiğinde hiç itiraz etmezdim.
5. Kürek, eskrim, okçuluk gibi afili bir spor dalında isim yapardım.
Ben erkek olsam asla ve asla,
1. İçtikten sonra eski sevgilimi aramazdım.
2. Entel dantel işlerle uğraşmazdım.
3. Kendimin en az Cem Yılmaz kadar komik olduğunu idda etmezdim.
4. Arkadaş gazına gelip, içtikten sonra bir zamanlar Bodrumdaki BBC'den denize atlamaya çalışmazdım.
5. Angelina Jolie'nin hastası olmazdım.
Şimdi açıklama yapma sırası, bakınız i am not your freud ve PİLLİ-CADI' da
31 Mart 2009 Salı
Sobelendim,mimlendim Vol.1
Ben de bir ben vardır benden içeri:
- Çocukluğa dair şeyler anlatmaya delicesine bayılır.
- Vintage bir mağaza açıp, satacağı her objeyi önce kendisi kullanmak ister.
- Road Runner'da Çakal Coyote'nin her seferinde kaybetmesinden nefret eder
- Güzel bir sesi olmamasına çok hayıflanır, ama ona rağmen Rockband oynamaktan vazgeçemez
- Sonsuza kadar seyahat etmek ister ve yeni gittiği yerlerde tamamen rastgele cafeler keşfetmeyi sever.
- Kartpostal manyağıdır.
- Sabırsızdır, beklemeye asla dayanamaz.
- Makyaj yapmaktan hiç haz etmez, göz kalemi ve rimeliyle yetinir
- Bol keseden harcama yapma lüksü olduğunda, mutlaka concon bir kokteyl içer
- 1950'li yıllarda yaşamış eski dönem avrupa kadınına bayılır.
Ben de mimi devam ettiriyor ve I am not your freud ve Eliza Doolittle 'ı mimliyorum. Haydi kızlar yazı başına :)
30 Mart 2009 Pazartesi
Son çağrı
veya danışmadan çağrılsak..
veya acilen uçağa binmemiz gerektiğini gösteren Last Call yazısı belirse gözümüzün önünde, uyansak uykudan.
Will Francis: When do you stop looking at each other? Shouldn't there be a warning? Shouldn't somebody say to us: "Hey, watch out, pay attention?" Because you can be thinking : "I'm okay, we're okay, we're good.." Then you turn around and a distance between you...
Can Dündar'ın gözünden seçim sonuçları
(bkz: Bi daha da gitmem seçime!)
Seçim Bilançosu vs. Risk
Gerek televizyondan gerek internetten olsun, takip ettiğim kaynak ntv oldu.
Gözümün önünden gitmeyen ise ntv'nin itinayla hazırlamış olduğu harita ve partilerin bölgelere nasıl dağıldığını rengarenk bir şekilde gösterişi. Tüm akşam boyunca kendimi Risk oynuyormuşum gibi hissettim.
Gelin iki resim arasındaki benzerlikleri hep beraber bulalım :)
Özellikle İstanbul Büyükşehir'de (büyük şehir neden ayrı yazılmıyor? Bu merakımı da yeri gelmişken, dip not olarak geçmek isterim) AKP mi CHP mi kazanacak üzerinden Türkiye genelindeki sonuçlar hakkında yapılan tartışma ve değişimler; Risk oyunundaki "Avustralya'yı alan, oyunu kazanır" mitini hatırlattı bana.
AKP'nin sarı pulları arttıkça, ya şu piyadeleri kaldıralım da topçuları yerleştirelim şuraya hissini yarattı. Özellikle sahil şeritlerinin CHP tarafından alınmış olması ise Orta Asya'ya sahip olan takımı ne taraftan nasıl çevrelersek, yenerim acaba taktiğini anımsattı.
Eh tabii ki hem oyunun hem sonuçların sabaha kadar sürmüş olması benzerliğinden bahsetmeme gerek bile yok sanırım.
Arada YSK'da elektriklerin kesilmesini ve server'ın çökmesinden ötürü veri girişinin sekteye uğramasını ise, oyunun ortasında "arkadaşlar hesabı kapatıyoruz, son bir isteğiniz var mı" diyerek yanımıza gelen garsonun hevesimizi kursağımızda bırakmasıyla özdeşleştirir, yazıma son noktamı koyarım. :)
26 Mart 2009 Perşembe
Seçim öncesi taksi diyalogları
istisnasız seçim konusuna kıyısından köşesinden bulaşmaktan sıkıldım.
Bazen farklı kişilerle bu konular üzerine tartışmak keyifli oluyor ama zaman zaman bazı taksi şöförleri acayip ısrarcı çıkıyor. Uykulu oluyosunuz, konuşmak içinizden gelmiyor veya görüş bildirmek istemiyorsunuz, ama yok sordukça soruyorlar.
Tüm bu konuşmaları şöyle bir kafamda toparlayınca, 5 farklı profil çıkardım, bakınız elimizde şimdilik neler var:
Konuya yumuşak giriş yapan profil: Eee seçimler de yaklaşıyor, ne düşünüyorsunuz?
Umudunu yitirmiş profil: Kim başa gelirse gelsin, Türkiye adam olmaz, bak gelmişim kaç yaşıma, yıllardır aynı şey, değişen hiçbirşey yok.
Büyük şehir çalışıyor sloganını benimsemiş profil: Valla bu hükümet çok iyi işler yaptı, her tarafı güzelleştirdiler. Baksanıza şimdi metrobüs de yaptılar, metro inşaa ediyolar, uğraşıyor adamlar
Toplum ve çevre bilincine karşı duyarlı profil: Yaaa şu seçimler için kağıttı, ilandı yapılan masraflarla fakirler doyurulurdu. Hem israf hem görüntü kirliliği.
İdolü Aziz Nesin olan profil: Ablam, ben size bir şey diyim mi. Aslında bu halka herşey müstahak. Halkın %90'nı aptal olursa, olacağı da budur işte.
Şahsen favorim, sonuncu profil. Bakalım seçim sonrası diyaloglar nasıl şekillenecek, merakla beklemedeyim.
Herşeyi al, bana aksanımı geri ver
-Volkswagen'a Alman ekolünden gelenlerin Folksvagın
-Titanic'e Amerikan ekolünden gelenlerin Taytanik
-Tortilla'ya İspanyol ekolünden gelenlerin Tortiya
demelerinin hastasıyım. İçlerinden bir tanesini ben de zaman zaman yapmaktayım, kabul ediyorum. Ancaaaaakk "o öyle söylenmez, böyle söylenir" diyerek telaffuzu düzelten pek bilmişler yok mu!!! Aksanlarınızı yerim ben sizin.
Bir de konuyla ilişkili olarak;
- Ich möchte şiş köfte
- Qu'est ce que c'est, kes kafanı koy kümese
esprilerini hala yılların eskitemediğine inanan ve gülenlere ise allahtan akıl ve fikir diliyorum :)
25 Mart 2009 Çarşamba
İntihar üzerine
23 Mart 2009 Pazartesi
Pigmelerin En Güzeli: Cep Maymunu
İsterse zekiliğin kitabını yazmış olsunlar, o şapşal surat ifadesi ve her tarafı kıllarla kaplı küçük bi çocuğun boynunuza atlaması hissiyle baş edebileceğimi hiç zannetmiyorum.
(foto link: http://www.sonnyradio.com/fingermonkey1.jpg)
Kendisi evcil hayvan top ten'inimde işte bu sempatikliğiyle ani bir çıkışla 1.sıraya kadar yükseldi. Hep kül rengi bir kedim olsun isterdim, şimdi kül renkli marmoset beslemek istiyorum. Ah bir benim olsa, "pigmelerin en güzeli; maymun yavrukuşu" diye seveceğim göbeğine serçe parmağımla araba kamyom cip bip yapacağım ama neeerdeeeee!!
21 Mart 2009 Cumartesi
Kadın Erkek İlişkilerine Retrospektif Bir Bakış
Tam karşımdaki masada da genç bir çift oturuyor. Muhtemelen 16-17 yaşlarındalar, liseden arkadaşlar ve maksimum iki üç haftadır çıkıyorlar. Kızım diyorum izleme, ayıp! Ama çok eğlencelilerdi ve dayanamadım, devam ettim stalkerlığa :)
Önce bizim delikanlı "ben kahve alıp geliyorum" diyerek kalktı masadan. Kız da hemen ardından telefona sarıldı, bir kaç görüşme yaptı, arada çaktırmadan da geliyor mu bizimkisi diye kontrol ediyor. Heh dedim kesin yeni çıkmaya başlamışlar, en yakın kız arkadaşlarına telefon açıp durumu anlatıyor :) Bu arada konuşmalardan duydum, çocuğun ismi Berke imiş. Ama Berke'de Berke şimdi allah için. Tam böyle lisenin popüler çocuğu. Bizim kız da öyle havalı bir tip değil ama çok cici birine benziyor. Yakışmışlar yani, verdim ben onayı:P
Neyse geldi çocuk, bunlar böyle sevgi pıtırcığı şeklindeler. "Aaa yüzüne ne gelmiş bakiyim" bahaneleriyle birbirlerine yaklaşmaktalar, mini tensel temaslar falan. Tam bir karnımda kelebekler uçuşuyor zamanındalar anlayacağınız.
Ama sonra 10 dakika aralıklarla, önce kızın annesi; arkasından tahminimce kızın yakın başka bir kız arkadaşı ve son olarak da aynı okuldan oldukları 4 kişilik bir kız grubu tesadüfen (!!!) onlarla orada karşılaşmış gibi davrandı ve gelip hepsi bunlarla iki çift laf edip gitti. Kız da erkek arkadaşına diyor ki:
"ay bunlar da nereden çıktı, anlamadım"
Çocuk kahve sırasındayken, kız arkadaşlarını arayıp "biz şimdi şurada oturuyoruz, tesadüfen karşılaşmış gibi yapalım" demediyse bana da Cornflake Girl demesinler :) Berke tesadüfü yemiş olabilir ama ben yemem:P :D
Ama ah be kızım, o çocuğa da yazık günah değil mi. Aynı gün içerisinde aile,en yakın kız arkadaş ve 4lü kız arkadaş grubu kombosu yapılır mı hiç! Tamam yakışıklı, sempatik bir çocuk bulmuşun, ilişkinin heyecanı içindesin, gençsin güzelsin, herkes tanışsın bir fikrini beyan etsin istemişin ama tesadüfi karşılaşma kotası günde 1 kontenjanla sınırlıdır, yanlış mıyım sevgili blog okurları :)) Şimdi ki gençler, artık pek rahat canım!!:P
O halde yazım burada sonlana dururken, şu mısra da onlara gitsin
"Gençlik başımda duumaaan, ilk aşkım ilk heeyeecann..."
Evliya Çelebi Çizgi Filmi
Bu sefer çağrışımımın sebebi Eliza Doolittle 'in şu yazısında kullandığı Evliya Çelebi başlığı.
TRT'de bir zamanlar Evliya Çelebi diye bir çizgi film vardı. Çelebi, sevgili eşeği Küheylan ile beraber il il, köy köy gezer; maceradan maceraya atılır, o esnada da çocuklara çeşitli öğütler verilirdi hap halinde.
Ama aklımdan asıl çıkmayan ise jeneriğindeki mürekkep dökülme sahnesiydi. O mürekkep dökülür, etraf göl halini alırdı. Ancak Evliya Çelebi, seyahatnamesine tutunup,yoluna devam ederdi. O sırada Evliya Çelebi'nin yüzündeki donuk ifade, huzur ile psikopatlık arasındaki ince çizgide gider gelir; kullanılan müzik ise perili köşk hikayesinin geçtiği herhangi bir korku filmini hatırlatırdı. İşte bu yüzden, her o jeneriği gördüğümde içimi garip bir huzursuzluk kaplardı.
Gel gelelim, bu yazıyı yazarken çizgi filmin herhangi bir sahnesine ait resim arıyordum ve o bahsettiğim jeneriği yerde ararken gökte buldum.
Fark ettim ki, seneler geçince siyah zannettiğim mürekkep maviye; göl ise su birikintisine dönüşmüş.
Yaş ilerledikçe algıdaki değişimlerin sadece görsellikle sınırlı kalmış olması dileğiyle..
18 Mart 2009 Çarşamba
Bir anda..
Büyük ikramiyenin size çıktığını bir anda öğreniyorsunuz.
Çok sevdiğiniz birinin ölüm haberini bir anda alıyorsunuz.
Doğumgününüzde süüüpriiiizz çığlıkları atılırken,
Dehşete düştüğünüz bir tiyatro oyununda keşke herşey düzelse derken, ışıklar bir anda sönüyor.
Bazen de kendiniz dahil herşeyi yıkmak istiyorsunuz ve ölmek arzusuyla doluyorsunuz bir anda
Geriye renkli uçan balonlarını bir anda elinden kaçıran kızın hüznü kalıyor sadece, anlatamıyorsunuz.. "İyice sahip çıksaydın, kaçırmazdın elinden" sesi çınlıyor kulağınızda, duymak istemiyorsunuz..
...
içimde bi şey var bu akşam
beyazlar karardı bir anda
sen orda benim çok dışımda
uzaklar çoğaldı bi anda
...
11 Mart 2009 Çarşamba
Efsanevi nostaljik oyuncaklar
Yaklaşık 4 yaş civarındayken, babamın işi dolayısıyla evde bir sürü İngiliz ve Alman reklamlarının olduğu video kasetleri bulunurdu. (hey gidi vhs, beta günleri hey!) Bu kasetlerin bazıları ise sadece lego, playdoh gibi oyuncakların tanıtımlarını içerirdi. Annem de bana yemek yedirebilmek için bu kasetleri videoya koyar, ben büyülenmişçesine ekrana kitlenmişken; istemediğim tüm yemeklerin çoktan mideme inmesini sağlamış olurdu.
O kasetlerde gördüğüm iki oyuncak vardı ki, işte onlar benim için efsaneydi ve değişilmezlerdi.
İşte karşınızda "Playful Penguins"
Şu güzelliğe bakın! Her biri bıkmadan usanmadan tekrar tekrar merdivenleri çıkar, sonra da aşağı usulca kayıverirdi. Penguenleri ilk o zaman sevmiştim, bir de yıllar sonra tek eşli olduklarını öğrendiğimde. Evrim teorisine taş çıkartırcasına; eşi ölen erkek penguenler, bir daha başka bir dişiyle ilgilenmezmiş. Rönesans döneminden kalma romantizm ruhu taşıdıkları yetmezmiş gibi, dişi penguenle beraber kuluçkaya da yatarlarmış. Yani, 'ideal erkek dediğin penguen gibi olur' derse günün birinde bir kız size, hiç alınmayın, iltifat olarak alın benden söylemesi :)
10 Mart 2009 Salı
Her yemekten sonra bir tatlı kaşığı "Hadise"
Yaklaşık 3-4 aydır, ülkece sanki yarışma ertesi günmüşcesine bir hava içerisindeyiz. Hergün ya televizyonda ya gazetede ya da herhangi bir internet sayfasında kendisiyle karşılaşmaktan sıkıldım. Yıllardan beri devam eden o eurovisiondan hezimetle ayrılma kompleksi nasıl bir türlü aşılamıyorsa artık, medya her gün gazı verdikçe veriyor. Tamam şarkısı çalsın ara ara, dans kareografisinden bahsedilsin, iki programa konuk olsun yetmez mi. Neredeyse Hadise mısır yedi, üstüne su içti gibi haberler yapacaklar.
Zaten şarkı desen, avrupailikle oryantali birleştirelim klişesinin önde koşanı. Sertab Erener, ilk kez böyle bir şey yaptı, orijinaldi, çok beğenildi ama fikrinde suyu çıktı artık. Türkler'in başarısı anca doğu oryantalizminden mi geçiyor yani nedir? Bu mantıkla düşünecek olursak; seneye de Hayko Cepkin, Türkiye'yi temsil etsin, o meşhur çığlıklarını atarken kendisine fonda darbuka eşlik etsin, hemen akabinde "egzotik" güzelliğiyle avrupalıların gözünü kamaştıran modern bir dansöz sahneye atılıversin. Bu mudur?
Bir an evvel mayıs ayı gelsin, Rusya'da bir Türk rüzgarı essin, yeter ki olaylar bu kadar hadise haline getirilmesin.
8 Mart 2009 Pazar
Carrie,Miranda,Samantha ve Charlotte ile 5 çayına gittim, geliyorum
Sopranos bitince de böyle olmuştu. Onların da aile yemeklerine katılasım gelmişti bir müddet. Ama Sopranos tekin değil tabii, mazallah yemek niyetiyle gidip, kim vurduya gitmek de var. Mafya ile şaka olmaz. Ayrıca o dizide gözüken her kadının 5cm uzunluğunda kırmızı boyalı cadı tırnağı uzatmış olması ön şartını düşünecek olursak, yemek öncesi uğraş dur. Değmez:P
Ama olur da Tony kapımı çalar, başım dertte; şuracıkta saklanayım FBI'dan derse, başımın üzerinde yeri var:P
Neyse boş durmayıp, cips ve kola ikilimi hazırlayayım, sıradaki eski yeni dizim gelsin.
Cornflake Girl (Away) "yeni 'f.r.i.e.n.d.s' lerimle tanışmaya gittim, geliyorum."
AMES (Afili Meslek Erbabı Sendromu)
Bu cümleyi anlamam sanırım bir kaç yılımı aldı!! Buradan tüm pilotlara seslenmek istiyorum. Bilindiği üzere pilotlar; oldukça kaliteli eğitimlerden geçen kültürlü insanlar. Eh tamam anladık mesleğin getirisi olan belli bir karizma durumu var (yiğidi öldür hakkını yeme) Ama boşvermişlik, karizmatiklik de bir yere kadar değil mi a be sevgili pilotlar! Tek bir pilotun bile mi İngilizcesi güzel ve anlaşılır olmaz, hepsi mi korkunç bir aksanla konuşur ve kelimeleri mırıl mırıl, ağızlarının içinde söylerler. Olmaz, olamaz imkansız derler adama. O zaman geriye tek bir açıklama kalır:
"afilli meslek erbabı sendromu"
Bu sendromdan muzdarip kişiler, diplomayı ellerine aldıkları günden itibaren deplasmandaki zorlu bir maçı 3-0 kazanmış futbolcu moduna girerler. Maçta başarılı olduğunun gayet bilincinde olan ve kendisine döndürülecek 38 mikrofonu ön gören maçın favori adamı; yöneltilen sorulara hep böyle bir yarım yamalak, hep bir nefes nefese, mırıl mırıl cevap verir. İşin kötüsü o kadar iyi oynamış ve o anda yorgunluğu gözlerinden o kadar net okunur ki kızamassınız da artistliğine :)
İşte bu sendromun, yolcular üzerinde bıraktığı etki yüzünden, yıllar yılı yazımın başında bahsi geçen cümle "kebin kru teiiiyoof poss.." şeklinde kulağıma çalındı. Hoş; biraz mantık, biraz google yardımıyla boşluklar tamamlandı ama gel gelelim bir cümleyi dahi bitirmeye üşenen ingilizce konuşan pilot profilinin gizemi içimde bir uktedir kaldı.
Hele ki o ilk kalkış yapıldıktan sonra ki, donuk bir ses tonu ve vurgu yoksunluğuyla yapılan bilgi verici konuşmalar vardır ya işte şu yükseklikte uçuyoruz, hava sıcaklığı şu kadar gibilerinden. Dikkat edin ingilizce versiyonları daha da kısadır ve pilotta adeta "yaauu şunları da zaten zorunluluktan söylüyorum, bitse de gitsek" şeklinde bir hava vardır. Tam da bu sebepten; gece nöbetinin son dakikalarında, huysuz hasta yakınına dert anlatmaya çalışan veya verdiği reçeteyi acaba kril alfabesiyle mi yazdı diye düşündürten baymış doktor profilini de andırırlar.
İşin özü, bir yanım "ne bu havalar hajı(!)" demek istese de, bir yanım da için için -Burhan karakterinin sosyete hastalığı olarak gördüğü panik atak rahatsızlığına olan sempatisi gibi- "şu sendromu bizzat yaşamak vardı ya" diye imrenir.
Son söz: Doktor civanım, F4 pilotum, Tsubasam; 23 Nisan'da üçünüzden birinin koltuğunda gözüm var. Reçeteler hazırlana, emniyet kemerleri takıla, maçın ilk düdüğü çala dursun!
7 Mart 2009 Cumartesi
"Ben evlendiğim zaman 45 kiloydum.."
"Ben evlendiğim zaman 45 kiloydum, böyle sıskacık birşeydim, tabii sonradan aldık kiloları keh keh"
Gelelim hikayemizin kıssadan hissesine:
-Türk kültüründe sıskalık (boyunuz kaç olursa olsun) 45 kilodan geçer
-Evlilik şişmanlığın sebeplerini meşrulaştırır
-Zayıf genç kızları gören 50 yaş üstü nostalji meraklısı kadınların, sanki yapılacak başka bir muhabbet kalmamışçasına, hayatlarında en az bir kez bu duruma vurgu yapmaları farzdır.
Dipnot: Yaptığım gözlemler bu cümleyi sarfeden bayanların, avrupa yakasındaki iffet tarzında olduğunu göstermiştir. : )
4 Mart 2009 Çarşamba
21 Şubat 2009 Cumartesi
Çığlık
SCHOOL – PRINCIPAL’S OFFICE
Principal: I’m sorry, Karen, but we don’t think the methods you’ve undertaken here are appropriate.
Karen Pomeroy: With all due respect, sir, what exactly about my methods do you find inappropriate?
Principal: I don’t have time to get into a debate about this Karen. I believe I’ve made myself clear.
SCHOOL – OUTSIDE
Karen Pomeroy: Fuuuuuuuuuuuuuuuuuuuck!
İşte tam şu an, şu dakika, tıpkı Donnie Darko filminde, Drew Barrymoore karakterinin yaptığı gibi sokağa çıkıp sesimin en yüksek tonunda çığlık atmak istiyorum.
Değiştiremediklerime, çaresizliklerime, sabredemediklerime ithafen...
Sonra durmasam, Ruuuuunn Forrest Ruuuuunnnn!!! naraları eşliğinde koşmaya başlasam. Nereye koştuğumu bilmeden, sadece koşsam, gitsem, uzaklaşsam. Duymak istemediğim herşey geride kalsa. Suçladıklarım, suçlandıklarım hepsi birer ufak nokta olsa arkada.
Nefesim tükense yığılıp kalsam yere, düşe dalsam. Sadece uçan balonumun peşinden koşsam.
20 Şubat 2009 Cuma
Nordic Ski Walking
Dün de nordic ski walking world championship'e denk gelmiş bulundum ve bu sporu yapmaya kalkışan insanların neyin peşinde olduğunu gerçekten çok merak ettim :) Kayak, adı üzerinde kaymak fiilinden türemiştir ve bir miktar kar bulunup, ayağınıza kayak geçirildiğinde bayır aşağı kayılır değil mi! En azından öyle olmasını bekleriz. Ama yoooook! İsterseniz dümdüz yolda, hatta yokuş yukarı, deli gibi kar yağarken kayaklarla 10km boyunca yürümeyi, vücudunuzun en olmayacak yerlerinden kas fışkırtmayı, muhtemelen bel fıtığı olmayı, parkuru tamamladığınızda insan üstü gereksiz bi güç sarfetmiş olmanın bedeli olarak dil dışarda yere yığılmayı göze alıyorsanız, bu yaptığınız işe "nordic ski walking" denecektir; içiniz ferah olsun.
Bir de bu sporun daha da saçmalığa doğru giden bir versiyonu var; tüm bu zorluklara ilaveten; parkurun belli kısımlarında ayağınızda kayaklar, durup bilmem kaç metre öteden tüfekle hedef vuruyorsunuz ve sonra dümdüz yolda ilerlemeye devam ediyorsunuz. Peki ama niye?? Heidi'nin yaşadığı köyde ikamet etsem, yollar kapansa ama çalışkan bir öğrenci olarak her şart altında okula gitmeye kalkışsam ve uzaktan boz bir ayı görsem, kesinlikle kendimi nası koruyacağımı öğrenmiş olabilirim bu spor dalını yaparak, ona hiç bir lafım yok :)
Bir başka garip spor dalı ise -adını bile bilmiyorum maalesef- 4-5 kişilik bir takımın bowling oynarmışçasına elinde bir aleti buzda bırakması ve takım elemanlarından birinin adeta temizlikçi gibi o atılan aletin önünde gidip, yeri durmaksızın silerek kayganlaştırması ve en çabuk sürede finish'e varabilmekten ibaret. Yani bundan daha saçma bir spor icat edilemezdi herhalde! Canınız sıkılıyorsa tabu oynayın, risk oynayın, scrabble oynayın. İlla fiziksel güç sarfedeceğim diyorsanız, efendi gibi sahile çıkın koşun, bisiklete binin. Takım ruhundan vazgeçmem diyorsanız futbol,basket oynayın hatta sualtı rugby'si bile kabulümdür, makbuldur. Ama o streç elbiseleri giyip vileda ile yer siler gibi ne olduğu belirsiz birşeyin önünde koşturmayın :)
Spora teşvik amaçlı, Atatürk'ün söylediği ve aynı zamanda eski bir latin özdeyişi de olan "sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" ifadesini doğru yorumlayalım, herşeyi tadında bırakalım.
3 Şubat 2009 Salı
Zaman geçmez
Tırtıllar acaba kozalarını örerken, kelebek olacaklarını bilirler mi? Yani etraflarına bir duvar çekip karanlığın içine gömüldüklerinde;korkunç, sessiz bir son uykuya mı yattıklarını zannederler yoksa başka bir formda yeni bir hayatın onları beklediğini bilirler mi?
İkinci bir şansın olduğu fikri, herşeyi daha güzel yapar mı, kim bilir... Belki de tam da bu sebepten daha narinlerdir ikinci hayatlarında, daha tehlikeye açık. Bedelini anca böyle ödeyebilirlermişcesine.. Ya da bedeli en başta ödemişlerdir. Değişmek zorunda olmayı kabul ederek... Tırtıl olarak ölemeyerek...
25 Ocak 2009 Pazar
Gereksiz Detaylar Enstitüsü
* En sevdiğim şarkıyı dinlerken ipod'umun şarjının bitmesi yer alıyor.
Listemizde yavaş yavaş üst sıralara yükselirken 2.sırada
*Otobüste bir başkasının koltukta bıraktığı sıcağın üzerine oturmak fenomeni yer alıyor. (Bu gerçekten tiksindiğim bir durum. Ben mecbur muyum otobüs ağzına kadar dolu diye kalkan kişinin yerine doğru transfer olup, bir başkasına yer açmaya. Hayır bir de yol verip ayakta kalan kişiyi oraya geçmeye teşvik edici jest ve mimikler yapsam da her zaman bu amaç uğrunda muvaffak olduğum söylenemez.
Şimdi de gelelim listenin 1 numarasına
*Mesaj gelmesini beklerken, Turkcell'in envai çeşit bilgilendirme mesajlarıyla karşılaşmak. (Allah Turkcell'e akıl fikir, bizlere sabır versin, amin:D )
Listeye eklemek isteyeceğim bonus materyalim ise çoook eskilerden yarışmamıza katılıyor. *Silgiyle boş bir kağıdı anlamsızca silerek o silgi çöpünü ip gibi uzatabildiğin kadar uzatmaya çalışmak ve hiç ummadığın bir anda kopması!! : ))
gereksiz detaylarınızı paylaşmak ve listeyi uzatmak için comment kutucuğu işinizi görecektir:) Sağlıcakla kalın!
23 Ocak 2009 Cuma
O bir "Rapstar"
Yarışmacıların neredeyse tamamı çok heyecanlıydı ve sözlerin hepsini ezberden okuyamadılar, ama takdir edilmesi gereken bir şey var ki; o da bu tarzdaki diğer yarışmaların katılımcılarının tersine; şarkıların sözlerini kendilerilerinin yazıyor olmaları. Ayrıca özellikle bir kaç yarışmacı öyle bir tutkuyla ve heyecanla söyledi ki şarkılarını, gerçekten kendi içlerindeki duygu yoğunluğunu hissetirebildiler. Arka arkaya bu kadar çok rap şarkısı dinledikten sonra ilk defa farkettim ki, yeri geldiğinde rap müzik insanı acayip gaza getirebileceği kadar bir o kadar da duygulandırabiliyormuş. Hatta bunun bir adım ötesinde -evet itiraf ediyorum- evde kendi kendime (hafif sallanarak) rap müzik söylemeyi denemek istedim : )
Bu itirafın ardından hemen yarışmanın kendisine geri dönelim. Umarım yarışma meşhur "rating" uğruna şu anki halini değiştirmez. Ceza, Fuat, Funky, Sibel Tüzün'den oluşan jüri -her hafta katılacak konuk jüri üyesi de olacakmış, bu hafta Ferhat Göçer vardı- çok başarılı ve yapıcı eleştiriler yaptılar. Üstelik gördüğüm ve hissettiğim kadarıyla oldukça samimilerdi. Öykü Serter'in sunucu olarak seçilmesi ise on numara bir seçim olmuş kanımca. Madem yarışmayı bu kadar baştan sona takip ettim, en beğendiğim ve diğerlerinden daha farklı söylediklerine inandığım yarışmacıların isimlerini de eklemeliyim bu yazıya ki tam olsun. Adem, Erhan ve Özgüç gerçekten çok güzel söyledi bence.
Haftaya kadar yarışmacılar kendi şarkılarının tamamını ezbere söylemeye çalışırken, bu yazı da okuyucuların %99'nun ezberden söyleyebileceği şu cümlelerle bitsin:
"Cartel bir numara en büyük..Cehennemden çıkan çılgın türk..25 yaşında yüzbinlik araba..Nerden geldi bu para en iyisi sorma...Anlamazsan kafan almaz sorma...Yaşadığın yeri tanımıyon sorma...Hergün savaş caddeler kan...Kan bile kırmızı değil karakan..."
9 Ocak 2009 Cuma
Bir kedim bile yok..
Sonra bazı ilişki bitişlerinin de bundan çok farklı olmadığı takıldı aklıma. İşleri daha da zorlaştırmamak için, aslında deli gibi sevdiğinizi bilirken ve ayaklarınız geri geri gitmek isterken, en iyisinin geriye hiç bakmadan yolunuza devam etmek olduğuna karar verilen anlar geldi aklıma. Ayrılığı kolaylaştırmaya mı çalışıyorduk böylesi zamanlarda, yoksa bir başkasının iyiliğini düşünürmüş ilüzyonu altında kendimizi mi koruma altına alıyorduk? Belki de her ikisinin de bir önemi yoktu, nasılsa farkı yoktu sonların...
Orda bir köy var uzakta..
4 Ocak 2009 Pazar
How I met Siegfried!
S: let's do this.. my unforgivable past
(hiyaaa.. haaa... ttyhaaa)
S:You can't stop it..
K.O.!
S:with this, it ends.. our kindship not exist in this world.. not ever again..
3 saat önce..
Yeni yılın ilk cumartesi gecesi, insanı iki sokak ötedeki bakkala dahi gitmeye üşendirecek derecede soğuk ve yağmurlu bir havayla karşılıyor. "Oyun gecesi/film gecesi zirvesi" hemen imdadımızı yetişiyor neyse ki. Xbox'da, trival pursuit'in bir nevi amerikan sineması üzerine kurulu hali olarak düşünülebilecek "scene it" oyununun hevesi sayesinde evden dışarı çıkmamla başlıyor herşey. Ama zamanlamam yeterince başarılı değil. Arkadaşlarımın yanına vardığımda, oyunun çoktan ikinci kez başlatılmış; sinefil Mr. A'nın ise açık ara önde olduğunu görüyorum. Lafı uzatmayacağım çünkü önümüzdeki 1 saat boyunca değişen tek şey sevgili Mr.A'nın kazandığı puan ve galibiyet sayısındaki artış oluyor :)
İşte tam bu noktada Siegfried ile yollarımızın kesişmesine sebep olacak ama bundan o an için haberi olmayan sevgili Cyric'in şu önerisi kulağımıza geliyor: "Soul Calibur mu oynasak bir kaç el?" Mr. C devreye girerek "ya uzun sürer şimdi o, kız sıkılacak sonra" diyor. Oyun hakkında en ufak fikri dahi olmayan ben, oyun bozanlık etmek istemiyor ve "oynayın nolacak ya, seyrederim ben sizi, sıkılmam" diyorum.
(Bu yazıyı okuyan Soul Calibur hayranları "onu nasıl bununla kıyaslarsın" diyecekler ama n'apalım benzettik bir kere.) Oyunun başlamasıyla beraber, ryu ve ken'in "hado ken" nam-ı diğer "aaaaduuuukeeeet" klasiğiyle herkesin aklında minik de olsa bir yer edinmiş Street Fighter geliyor gözümün önüne. Bununla kalsa iyi. Sıkıcı kız oyunlarıyla idare etmek zorunda kaldığım kimi zamanlarda, erkek çocuklarının atari salonlarında bu tip dövüş oyunlarıyla ne kadar eğlendiklerini düşündüğüm çocuk kıskançlığım geliyor aklıma o sırada.
Belki agresyondan alınan o dürtüsel ve kaçınılmaz haz yüzünden, belki oyunun takdir-e şayan görselliğinden, belki de geçmiş kıskançlıkların öcünü alırcasına "ya şunu bir el de ben oynasam" diyerek oyuna dahil oluyorum. Çeşitli karakterlerle oyuna ve tuşların kombinasyonlarına alıştıktan sonra, işte "onunla" karşılaşıyorum". Belki Kuzey Avrupa mitolojisinden fırladığı ve Alman kökenli isminden dolayı, belki babasını öldürdüğü için o çok sevdiğim ödipal teorileri çağrıştığı için ,belki de ironik bir şekilde sırf geçmişteki o sıkıcı kız oyunlardaki Barbie'nin sevgilisi Ken'e benzediği için Siegfried'i çok seviyorum.
Özellikle "The Boss" hakimiyetindeki Cervantes ve Cyric'in kitabını yazdığı Taki karakteriyle olan karşılaşmalarımda "Keeeey, OOoo" cümlesi bol miktarda aleyhimde duyulsa da; hatrı sayılır "elimin tersi ring outları" da kendi haneme yazılıyor. Bu esnadaki neşeme gelince; o, arkasından kimse tutmaksızın iki tekerlekli bisiklete binebildiğini farkeden çocuk sevincinin arasına karışıyor.
Aynı zamanda, Siegfried ise geçmişiyle yüzleşmek üzere Nightmare ile beraber ringe çıkıyor.
S:let's do this.. my unforgivable past
(hiyaaa..haaa..ttyhaa...)
S:You can't stop it
K.O.!
S: with this, it ends.. our kindship not exist in this world.. not ever again..