21 Şubat 2009 Cumartesi

Çığlık


OCTOBER 24 1988 (SIX DAYS REMAIN)

SCHOOL – PRINCIPAL’S OFFICE

Principal: I’m sorry, Karen, but we don’t think the methods you’ve undertaken here are appropriate.

Karen Pomeroy: With all due respect, sir, what exactly about my methods do you find inappropriate?

Principal: I don’t have time to get into a debate about this Karen. I believe I’ve made myself clear.

SCHOOL – OUTSIDE

Karen Pomeroy: Fuuuuuuuuuuuuuuuuuuuck!


İşte tam şu an, şu dakika, tıpkı Donnie Darko filminde, Drew Barrymoore karakterinin yaptığı gibi sokağa çıkıp sesimin en yüksek tonunda çığlık atmak istiyorum.
Değiştiremediklerime, çaresizliklerime, sabredemediklerime ithafen...

Sonra durmasam, Ruuuuunn Forrest Ruuuuunnnn!!! naraları eşliğinde koşmaya başlasam. Nereye koştuğumu bilmeden, sadece koşsam, gitsem, uzaklaşsam. Duymak istemediğim herşey geride kalsa. Suçladıklarım, suçlandıklarım hepsi birer ufak nokta olsa arkada.

Nefesim tükense yığılıp kalsam yere, düşe dalsam. Sadece uçan balonumun peşinden koşsam.

20 Şubat 2009 Cuma

Nordic Ski Walking

Uyku tutmayan gecelerin sabaha karşısında veya halsizlikten öldüğünüz bir pazar günü; öylece yatağa yığılmış tv karşısında zaping yaparken, trt3 veya eurosport'da yayınlanan abik gubik spor dallarının turnuvalarını veya dünya şampiyonalarını izlemekte karar kılabilirsiniz. İnsanı kesinlikle oyalıyor ve eğlendiriyor, tecrübeyle sabittir.

Dün de nordic ski walking world championship'e denk gelmiş bulundum ve bu sporu yapmaya kalkışan insanların neyin peşinde olduğunu gerçekten çok merak ettim :) Kayak, adı üzerinde kaymak fiilinden türemiştir ve bir miktar kar bulunup, ayağınıza kayak geçirildiğinde bayır aşağı kayılır değil mi! En azından öyle olmasını bekleriz. Ama yoooook! İsterseniz dümdüz yolda, hatta yokuş yukarı, deli gibi kar yağarken kayaklarla 10km boyunca yürümeyi, vücudunuzun en olmayacak yerlerinden kas fışkırtmayı, muhtemelen bel fıtığı olmayı, parkuru tamamladığınızda insan üstü gereksiz bi güç sarfetmiş olmanın bedeli olarak dil dışarda yere yığılmayı göze alıyorsanız, bu yaptığınız işe "nordic ski walking" denecektir; içiniz ferah olsun.
Bir de bu sporun daha da saçmalığa doğru giden bir versiyonu var; tüm bu zorluklara ilaveten; parkurun belli kısımlarında ayağınızda kayaklar, durup bilmem kaç metre öteden tüfekle hedef vuruyorsunuz ve sonra dümdüz yolda ilerlemeye devam ediyorsunuz. Peki ama niye?? Heidi'nin yaşadığı köyde ikamet etsem, yollar kapansa ama çalışkan bir öğrenci olarak her şart altında okula gitmeye kalkışsam ve uzaktan boz bir ayı görsem, kesinlikle kendimi nası koruyacağımı öğrenmiş olabilirim bu spor dalını yaparak, ona hiç bir lafım yok :)



Bir başka garip spor dalı ise -adını bile bilmiyorum maalesef- 4-5 kişilik bir takımın bowling oynarmışçasına elinde bir aleti buzda bırakması ve takım elemanlarından birinin adeta temizlikçi gibi o atılan aletin önünde gidip, yeri durmaksızın silerek kayganlaştırması ve en çabuk sürede finish'e varabilmekten ibaret. Yani bundan daha saçma bir spor icat edilemezdi herhalde! Canınız sıkılıyorsa tabu oynayın, risk oynayın, scrabble oynayın. İlla fiziksel güç sarfedeceğim diyorsanız, efendi gibi sahile çıkın koşun, bisiklete binin. Takım ruhundan vazgeçmem diyorsanız futbol,basket oynayın hatta sualtı rugby'si bile kabulümdür, makbuldur. Ama o streç elbiseleri giyip vileda ile yer siler gibi ne olduğu belirsiz birşeyin önünde koşturmayın :)

Spora teşvik amaçlı, Atatürk'ün söylediği ve aynı zamanda eski bir latin özdeyişi de olan "sağlam kafa sağlam vücutta bulunur" ifadesini doğru yorumlayalım, herşeyi tadında bırakalım.

3 Şubat 2009 Salı

Zaman geçmez

Günlerin geçmediği, 1 saatin 1 yıl gibi geldiği o psikolojik "zaman geçmez" sendromundan muzdaripken; itinayla kozamı örmek; içine yerleşmek ve en nihayet "zamanın geldiğini" farkettiğim o an, kanatlarımı çırpmak istiyorum yeniden.
Tırtıllar acaba kozalarını örerken, kelebek olacaklarını bilirler mi? Yani etraflarına bir duvar çekip karanlığın içine gömüldüklerinde;korkunç, sessiz bir son uykuya mı yattıklarını zannederler yoksa başka bir formda yeni bir hayatın onları beklediğini bilirler mi?
İkinci bir şansın olduğu fikri, herşeyi daha güzel yapar mı, kim bilir... Belki de tam da bu sebepten daha narinlerdir ikinci hayatlarında, daha tehlikeye açık. Bedelini anca böyle ödeyebilirlermişcesine.. Ya da bedeli en başta ödemişlerdir. Değişmek zorunda olmayı kabul ederek... Tırtıl olarak ölemeyerek...